Tuesday, June 21, 2011

Çin'e ilk geliş

Şangay'a 22 saat yolculuğun arkasından yağmurlu ve puslu bir öğleden sonra geldik.İlk önce bu puslu havanın yağmurdan kaynaklandığını zannettiysem de sonraları bu şehirde 365 günün 300 gününün böyle puslu geçtiğini öğrendim.
Berk Balı o zamanlar 18 aylıktı ve 1 aydır göremediği babasını havaalanında görünce yüzündeki gülümseme ve heyacannıı hiç unutmayacağım.Ben yolculuk öncesi işlerin yoğunlugu, 22 saat yolculuğun yorgunluğu ve elimde taşıdığım araba koltuğunun ağırlığından olsa gerek sırılsıklam terlemiş ve kollarımda derman kalmamış olarak Çin'e ayak bastım.
 Annem herzamanki gibi ona en çok ihtiyacım olduğu zamanda yanımdaydı.65 yaşında olmasına rağmen benim için dünya turu yapmayı göze almıştı. Eşim Çin'deki yeni işine başlaması gerektiğinden 1 ay önce Kanada'dan ayrılmıştı.O yok iken geçen 1 ayda bana annem destek olmuştu.
Berk Balı bu zorunlu ayrılık ve taşınma süreci yüzünden 16 aylıkken haftada 3 gün yuvaya başlamıştı.O okuldayken evin tüm işlerini halletmeye çalışıyor bir yandan da eşyaların satış işlemleri ile uğraşıyordum.Şangay'a bazı özel eşyalarımız haricinde hiç eşya götürmemeye karar verdik. Zaten kiralanacak ev mobilyali olacaktı ve bizim 1.5 oda evimizden çıkacak eşyalarla 4 odalı iki katlı evi doldurmama imkan yoktu.Esyalari son 5 gün içinde satıp bir otele yerleşmiştik.Sondan birgün önce arabayı satıp Montreal'deki son günlerimizi vedalaşma ile geçirdik.
Yuvadaki öğretmenlerine Berk Balı için  okula adaptasyonu sordum ve Şangay'da da devam etmesinin onun için uygun olup olmadığını öğrenmek istedim. Yuvaya başlaması tamamen mecburiyetten olduğu için hazır olup olmadığı ve ya yuvaya uyumu konusunda fikrim yoktu.Öğretmenleri okula adaptasyonu kolay bir çocuk olduğunu ve devam ederse mutlu olacağını belirttiler.Fakat kendisine en az 2 ay süre tanımamı ve bu zaman içinde yeni ülke ve ortama alışması için ona zaman vermemi öğütlediler.Aslında bunun benim için de bir tavsiye olduğunu sonradan anladım.
Çin'e alışmam da Kanada gibi olur zannettim ama çok yanılmışım.Birincisi artık çocukluydum ve ikincisi bu ülkenin dilini konuşmuyordum.Şangay'a geldikten 3 gün sonra evimize geçtik.İlk Carrefour alışverişimi hiç unutmuyorum.Berk Balı ikinci gün otelde kusmaya başlamış ve tüm gece durmak bilmemişti.Eve taşınır taşınmaz yardıma gelen Lena (eşlerimiz aynı şirkette calışıyordu ve biz aynı sitede oturacaktık) ile birlikte ilk önce doktora gittik.Doktor çok doğal olduğunu herhangi bir ilaç yazmasının gerek olmadığını söyleyip sevdiği yiyecekler veya patates cipsi yesin deyip bizi eve yolladı.(sonradan bunun gıda zehirlenmesi olduğunu ve Çin'de birçok kere aynı duruma düşeceğimizi bilmiyordum)Evde mobilya ve beyaz eşya harici hiçbirşey yoktu ve kendi eşyalarımız en az 2 ay sonra gelecekti.Berk'i anneme bırakıp 1 saat içinde yaptığım alışverişte elektrik süpürgesinden çarşafa ,şampuandan yiyeceğe kadar yaptığım alışveriş halen gözümün önünde.Eşyaların ambalajlarına bakıp ingilizce bir kelime bulma çabası ile arayışlarım çoğu zaman sonuçsuz kaldığı için çarşı arabasına ne bulduysam atmıştım.
Benim için başka bir değişiklik de artık şöförlü olmamızdı.Biliyorum içinizden "Ne şanslı kız" diye geçiriyorsunuz ama benim için kazın ayağı öyle olmadı.Büyük şansımız şöförümüz Real'in (esas adı Zhang Yi,burada yabancılarla çalışanlar onlar kolay söylesin diye yabancı adlar alıyorlar) çat pat  ingilizce biliyor olması idi. Ama benim gibi aklına esince dışarı çıkan ve tez canlı biri için en az 2 saat önceden plan yapmak, haftasonlarını ne yapılacağını ayarlayıp ona göre söförü çağırmak ve de en önemlisi arabayı eşinle paylaşmak -aslında o benimle paylaşıyordu ya - tam bir zulum oldu. Bu arada 18 aylık bir çocuğu dediğin saatte hazır edip sokağa çıkarmak da cabası.Hiç bekletmeyi ve bekletilmeyi sevmeyen ben şöförü beklettiğim her dakika içinde kahroluyordum.Alışık değiliz ya bu lükse, aman adamcağız soğuk da durmasın aman bizi çok beklemesin...diye tasalanmalarımı çok sonra atabildim. Bu beklemeler de sonuç da onun işi idi.Yapacak birşey yoktu. Benim gibi özgürlüğüne düşkün  birini belirli saatler arasına kapattılar. Belki " hiç mi taksi yok" diyebilirsiniz. Evet var. Söförler ingilizce bilmedikleri gibi çince yazılı kart göstermezseniz gitmenize olanak yok.Ayrıca çoğu o kadar hızlı ve kötü kullanıyor ki çocuklu bindiğimde ödüm patlıyordu. Emniyet kemerleri çalışmaz, koltuklara örtükleri kendilerince beyaz örtüleri kirlenecek diye çocuklu girenlere uyarıyı önceden yaparlar ö bazen de senin yabancı olduğunu görüp durmazlar. O yüzden ne kadar bağlayıcı olsa da oğlumla birlikte iken araba ile gitmeyi tercih eder oldum.
7 Nisan 2008 tarihli yazım