İSTANBUL'DA İLK SABAHIMI
günün aydınlandığını görüp saat 7 olduğunu sanıp sabah 6 da kalkarak,
Berk'i ve annemi uyandırmadan evden sessizce çıkarak,
dışarıya çıkınca yüzüme çarpan serin havadan sersemliyerek,
İstanbul'un boş sokaklarını ve mavi gökyüzünü seyrederek,
Etiler'den Bebek'e inen yokuştan yavaş yavaş boğazı seyrederek,
araya sıkışmış, eski ve yıpranmış yalılara hayranlıkla bakarak,
sahil yolunda balık tututan adamlara ve oltalarına çarpmamaya çalışarak,
güneş çıkıp hava aydınlanmasına rağmen inatla gitmek istemeyen aya gıpta ile bakarak,
bazı evlerin bahçelerinden yola sarkmış yaseminleri koklayarak,
yolları temizleyen çöpçülerin plastik bidonlardan bozma faraşlarını ve çalı süpürgelerini inceleyerek,
denizin yosun kokusunu ciğerlerime çekerek,
sahile bağlı yatların yanlarına bağlı lastiklerin gıcırtılarını dalgaların ritimleri ile birleştirerek,
kuşlar için yerlere bırakılmış ekmek kırıntıları ve bulgur tanelerine yollarda rastlayarak,
MP3 ile Fleetwood Mac, Man at Work, Rascall Flatts dinleyerek,
Ortaköy'den poğaca alıp eve gitmek için otobüse binerek,
eve az bir mesafe kala ikizleri ile yürüyüşe çıkmış arkadaşıma rastlayıp 1. Levet içindeki sokaklarda yarım saat daha sohbet edip yürüyerek
GEÇİRDİM.
Ertesi sabah 6:30 yürüyüşüme 2 kişi daha katıldı. Biri kimdi dersiniz? İkizlerin annesi:) Ebru ve agabeyimin eşi Banu.... Aynı sahil yürüyüşü, bol sohbet ve Bebek'te kahvaltı.....